Esselamun Aleyküm Hoş Geldiniz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Esselamun Aleyküm Hoş Geldiniz


 
AnasayfaPortalliAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 KERBELA'YIM BEN

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Filistinliyiz
Admin
Filistinliyiz


Mesaj Sayısı : 250
Kayıt tarihi : 10/10/07

KERBELA'YIM BEN Empty
MesajKonu: KERBELA'YIM BEN   KERBELA'YIM BEN Icon_minitimeC.tesi Nis. 19, 2008 11:46 am

Sıkıntılı anlar geçiriyordum son birkaç gündür. Korkulu kabuslarla
uyanıyordum gelen her yeni günde. “Nedir bu ya Rabbi! Neler oluyor
bana” diye çırpınıyordum. Bekliyordum; hissediyordum… Bir felaket gibi
çökecek kara bulutlar üstüme. Ben zor günlerin huzursuzluğunu
yaşıyordum adeta. Her şeyden şüphelenir, gelen geçenin sözlerine kulak
kabartır oldum … Ve, o kahrolası haberi duydum mel’unların ağzından!
“Şimdi ben ne yapacağım” diye yedim bitirdim kendimi her an. Ama
olmadı!.. Seyirci olmaktan öte bir şey yapamadım ki…


Kerbelayım
ben!.. Gözleri yaşlı, yüreği kanlı. Onarılmaz günahların gerçekliğini
barındırıyorum içimde. Bir yiğide, bir sevgiliye, bir Muhammed torununa
yapılan vahşeti hatırlıyorum her an yüreğimde. Dün gibi taze, bugün
gibi yepyeni benim acım. Hiç unutmadım ki!...

Bir avuçtular
yanıma geldiklerinde. Önde, heybeti ve mağrur endamıyla dik duruyordu
Hüseyin. “Canım sana feda olsun, ne işin var buralarda. Sana
kıyacaklar, Ali’nin oğluna el uzatacaklar. Neslinin kökünü kurutmak
için uğraşacaklar!.. Git buradan!.. Git buradan!” demek istedim, ama o
haykırışlarımı duymadı. Çocuklarını, sevdiklerini ve kendisine tabi
olanları aldı karşısına. Merhamet bakışlarıyla kucakladı onları.
Başlarına gelecekleri bilebile, ölüme, Rablerine koşan bu canları bastı
bağrına.

Duymadı sanıyordum haykırışlarımı. “Bütün bu
bozgunculuğu ve onu yapanları görmüyor musunuz? Kimse zulme ve fesada
karşı direnmiyor, görmüyor musunuz? Böylesi bir dünyada, müminlerin
canını hiçe sayması gerekmiyor mu? Ben Hüseyin'im, ödevim de budur, bu
yüzden kıyam ediyorum. Dünyanın zulüm kılıcıyla doğrandığı bir zamanda,
ölümü sonsuz mutluluğun kapısı biliyorum. Zalimlerle ve zorbalarla
birlikte yaşamaktansa, ölmeyi seçiyorum” dedi bana. Utandım, kızardım…

Suyunu
kesmişti alçaklar ALLAH sevdalılarının. Yemeden- içmeden kesip, ölüme
mahkum etmişlerdi onları. Dudaklarının kuruması, susuzluktan
yüreklerinin yanması değil, Müslümanların ihanetleri, sözlerinin
ardında durmamaları kahretmişti onları. Sabırla, hasretle bekliyorlardı
Rablerine kavuşmayı…

İmam, çadırların birbirine yakın
kurulmasını istemişti. Zeynep, çadırında hasta Zeynelabidin’le
ilgilenirken, Onun çadırında konuşmasını duyuyordu.

“Ey zaman!
Ne kadar zalimsin! İnsandan dostlarını alırsın! Evet böylesin. Ama
hiçbir şey senin elinde değildir. Biz, O'nun buyruğuna baş eğmişiz.”
diyordu. Zeynep ve Zeynelabidin hıçkırıklarını içine gömdü. Olmadı...
Zeynep hıçkırıklarını salıverip koştu, başını kardeşinin göğsüne
yasladı. ‘Dedem, babam, annem, abim… Hepsi gittiler. Sen de gidersen bu
dünyanın kahrını nasıl çekerim, nasıl dayanırım bu acıya’ diyerek daha
da sarıldı biricik kardeşine.

Sabahın ilk ışıklarıyla başladı
kahrolası çarpışma. Tüm gözler onu arıyordu. Tek tek yere yığılıyordu
tarihin unutulmaz erleri. Gözleri, kendilerine el sallayan
peygamberlerine kilitli, gülümseyerek veda ediyorlardı dünyaya. Hüseyin
kanla kaplanmış bedenine baktı. Bir an önce kavuşmak istiyordu Rabbine.
Rabbi’de onu çağırıyordu işte.

Eyy elleri kırılası Malik.
Cehenneme sığmayasın inşALLAH! Nasıl kıydın O Ali’nin evladına, canına,
kanına! Acımadın mı Fatma’nın karalar bağlamasına. Kerbelayım ben,
yanıyor içim alev alev… Ardından başkaları indirdi darbelerini
insafsızca. Başını parçaladılar kılıç darbeleriyle. Zalimin gözü
doymuyordu. Bir başkası kalbine sapladı hançerini… Gözleri kapalı
sabrediyordu Hüseyin!.. Elini yüzüne götürdü, kana bulanmıştı elleri. O
anda bir ses yükseldi göklere. Sağır etti kulakları. Cebrail geliyordu
uzaklardan kanat çırparak… Yaralarını sıvazladı kanatlarıyla. Yer gök
inledi, ben sarsıldım. Gözlerini açıp karşıya bakıyordu Hüseyin. Kanlı
yanaklarında güller açıyordu şimdi.

Dedesi geliyordu yanına.
Yiğitler yiğidi Ali duruyordu ardında. Fatıma da vardı arkalarında.
Ağıtları gökleri inletiyordu. Nasıl kıydılar o masuma. Anasının
kuzusuna. Hep birlikte Onu yanlarına almak için düşmüşlerdi Kerbela
yoluna. Uzattı Fatıma ellerini oğluna, biricik evladına… Huzurluydu
Hüseyin, mutluydu gördükleri karşısında. Dedesinin, abisinin,
babasının, annesinin özlemi yakıyordu kaç zamandır yüreğini. Şimdi
onlarla gidecekti Rabbinin yanına. Bir darbe daha indi cellat eliyle
boynuna. Gökler kan ağladı, karalar bağladı. Dehşetle kanat çırptı
Cebrail!..

Zalim ürktü, lal oldu her dil. Eller tutuldu, kollar
kırıldı. Göklerin kanlı gözyaşlarıyla yıkandı Kerbela! Kan kokuyor
burnuma, sel olup akıyor her karışımda. Kurban olayım sana ey can!
Zeynep nasıl dayanır bu ayrılığa… Sabırla kıpırdadı dudakları. Kevser
suyuyla ıslatıyordu Fatıma… “Zeynep'in kan ağlama vakti geldi, alın
artık canımı! Acele edin, bu zalim dünyadan kurtarın, öldürün beni.
Dünya sizin olsun, beni asıl yurduma gönderin!” diyordu son nefesinde
Hüseyin!..

Bağrımdan koparıp aldılar Hüseyin’i. Ölümden beter
eden ağıtlarla koştu geldi Zeynep yanına. Hüseynin kanlı yüzüne sürdü
yüzünü. Ahdediyordu, zalimin yanına bırakmayacaktı yaptıklarını.
Peygamber torununa yaptıklarını şikayet edecekti Rabbine. Suratlarına
şiddetli bir tokat gibi indirecekti kanlı Kerbela’nın susuz saatlerini…

Zulüm
bitmiyordu zalimin eteğinde. Ömer b.Sad. çıplak develere bindiriyordu
kadınları ve çocukları. İşkencenin dozu yoktu körelmiş kalplerinde. Bu
şekilde götürüyorlardı ‘esirleri!’ Küfeye… Herkes Kerbela’yı
konuşuyordu bildiğince. Kervanın içler acısı halini gören gözyaşlarına
boğuluyordu sessizce.

“Zeynebim ben. Son peygamberin torunu,
İmamların İmamı Ali’nin kızı, Hüseynin son nefesiyim ben. Yüce ALLAH'a
hamd-ü sena, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beytinin pak ruhlarına selam olsun!
Ey Kûfe halkı! Ey hilekar ve düzenbazlar! Ey Mektup yazarak bizi davet
edenler! Siz bizi buraya çağırdınız ve biz gelince hak dininizi ayaklar
altına aldınız ve düşmanlarımızla anlaştınız. Şimdiyse görüyorum ki,
bizim başımıza gelenlere ağlıyorsunuz. Halbuki bu büyük musibeti kendi
elinizle hazırladınız. Hayır ağlamayın! Boşuna akıttığınız
gözyaşlarınızla Hüseynin kemiklerini sızlatmayın.

Çünkü bize
verdiğiniz ahdinizi bozdunuz. …Şimdiyse utanmadan bizim musibetimize
ağlıyorsunuz. ALLAH’a and olsun ki kendi halinize ağlamalısınız. … Bu
kötü amelinizin karşılığında her kesin yanında rezil ve rüsva
olacaksınız. Ahirette ise, azab ve kısas sizi beklemektedir..."

Bu
sözler iyice perişan ediyordu Küfe halkını. Kendilerini bekleyen acı
sonun dehşetiyle sarsılıyordu Küfe’nin her bir karışı. Utançla, acıyla
kıvranıyorlardı, ehlibeytin gülü Zeynep’in balyoz gibi inen sözlerinin
karşısında.

Ali’nin gözbebekleri, sevdikleri, itile kakıla
götürülüyordu mel’unların mel’unu Yezidin huzuruna. Açlık, susuzluk ve
yorgunluk perişan etmişti masumları. Ateşi olacak o şaşaanın içinde
kibirle kurulmuştu Yezid. Esirlerin başını çeken Zeynep ve
Zeynelabidin’i süzdü sarhoş ve iğrenç kanlı gözleriyle. Zaman daha
onlara neler gösterecekti. Çok iyi biliyor ve tetikte bekliyordu
Zeynep. Hasmını parçalamaya hazır bir kaplan gibi. Varlığıyla güç
oluyor, kuvvet oluyordu yanındaki zavallı kadınlara ve çocuklara. İyi
ki vardın Zeynep!. Sen olmasaydın… Sen olmasaydın bilir miydi insanlar
Hüseyne yapılanları? Anlarlar mıydı Hüseyne ve Müslümanlara
zulmedildiğini, kanlı dişlerinden akan salyaların pisliğini!...

Ama
hala usanmıyordu katiller kötülük saçmaktan. Şimdi de peygamber
evlatlarını cariye yapmak istiyorlardı kendilerine. Bırakır mıydı
Zeynep, izin verir miydi buna? Rabbini şahit göstererek rezil etmez
miydi katilleri cümle aleme... Hüseynin kızı Fatıma’yı, kendine isteyen
bir lanetlinin üzerine dehşetli bakışlarını fırlattı Zeynep. Yezide
haddini bildirme vaktiydi bu vakit.

“… Ey Yezid! Zannediyorsun
ki bize yeri ve göğü daraltmışsın ve bizi esir ederek şehirlerde
dolaştırmakla ALLAH katında aziz ve saygın olmuşsun? Çok ahmakça bir
düşünce içindesin. Bu insanlık dışı hareketin ne sana izzet ve büyüklük
kazandırır ne de ALLAH katında bizim makam, derece ve yakınlığımızı
azaltabilir… Yaptığın çirkin amelinden dolayı çok gururlanıyorsun ve
zannediyorsun ki bütün mutluluk ve saadeti elde etmiş, bütün dünya
senin olmuştur. Biraz kendine gel, cehalet ve sapıklıktan isyan eden
serkeş nefsinin inadını bırak. Ağır ol... Acaba bu adalet midir ki,
senin ailen ve hizmetçilerin perde arkasında olsunlar da, Resulullah'm
kızları esir edilip, erkekleri yanlarında olmadığı halde şehirlerde
dolaştırılarak teşhir edilsin…”

Gözleriyle Yezide sarayını dar ediyordu. Aldığı her nefeste, zalimin zulmünü bir tokat gibi suratlarına çarpmaya devam ediyordu.

“Ey
büyük ALLAH’ım! Bizim hakkımızı al. Bize zulmeden, zalimlerden bizim
intikamımızı al ve bizim erkeklerimizi öldürerek kanımızı akıtanlara
gazabını gönder… Ey Muaviye'nin oğlu! Yakında göreceksin ki asıl
bedbaht, kimsesiz kimdir ve kim kötü bir akıbete sahiptir. Ben seni
muhatap alacak kadar insan görmüyorum. Şu anda söylediklerim serzeniş
ve kınamadan ibarettir. Sen elini bizim kanımıza bulaştırıp kahraman
erkeklerimizin pak bedenlerini yerde bıraktın. Şimdi bizim esaretimizi
ganimet saydınız. Fazla geçmeden bu kötü işi yapanlar bunun bedelini
ödeyeceklerdir. ALLAH kendi kullarına zulüm ve eziyet etmez....”

Bu
sözlerden sonra, cesaret edebilir miydi Yezid peygamber torunlarını
cariye almaya veya vermeye. Canı sıkılarak, içi daraltarak vazgeçmişti
bu niyetlerden.

Yaşına, yorgunluğuna, evlatlarını, sevdiklerini,
kardeşini yitirmenin acısına rağmen başı dik, Fatıma kızına layık bir
şekilde haykırıyordu dünyaya Zeynep. O konuşurken yer, gök ve arasında
ne varsa saf durup onu dinliyordu adeta. Hüzünle, gözyaşıyla ve utançla…

Hüseynin
son sözüyüm diyordu Zeynep. O Rabbi için kıyam etti, dünyaya ilan etmek
de bana düştü buyuruyordu. Canımız sana feda olsun ey Zeynep! Sen zulme
susanlara, zalime boyun eğenlere, hakkı haykırmaktan korkanlara, en iyi
şekilde anlattın durumlarını ve örnek bir Müslüman oldun.

Ey
Zeynep!... ALLAH’a andolsun ki, tarihe kanla yazılan bu kıyam, can
bedende oldukça unutulmayacak, gücüm, sözüm ve ömrüm yettikçe zalimin
zulmüne boğun eğmeyecektir. Ben Kerbelayım!... Yüreğim yanıyor, onların
susuzluktan ciğerlerinin kavrulması gibi. Seninle birlikte gelmemiş ve
yaşadıklarını görememiş olsam da, ben de biliyorum senin ve
beraberindekilerin çektiklerini… Hüseynin kanının izleri var hala
sakalımda. Affet beni! Benim koynumda tükettiler kardeşini…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://bilgisayarbolumu.forumotion.com
 
KERBELA'YIM BEN
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Esselamun Aleyküm Hoş Geldiniz :: Serbest Kürsü :: Makaleler-
Buraya geçin: